Colmar

Strasbourg’da geçen iki gün ve iki geceden sonra üçüncü gün öğle saatlerinde trene binip Colmar’a doğru yola çıktık. Yolculuk yarım saat kadar sürdü. Üç yağmur dolu günden sonra tren Colmar’a yaklaşırken mavi gökyüzünü gördük. Colmar tren garından şehir merkezine uzanan yol öyle mütevazi, öyle herhangi bir yer gibi ki. Adamı üç adım sonra başına geleceklere hiç mi hazırlamaz bir şehrin girişi. Rengarenk boyalı yarı ahşap evlerden dar sokaklara, küçücük kanallardan suya uzanan çiçekler, tertemiz bir hava, havada şarap kokusu.. Sokak kedileri gibi gezindik, masal gibiydi gerçekten.

Le Musée d’Unterlinden (Unterlinden Müzesi): Adı “Ihlamur Ağaçları Altında” diye tercüme ediliyormuş. Bu romantik isme yakışır güzellikteki, zarif iç avlulu eski Dominikan manastırı, 1853 yılında müze olarak hizmete açılmış. Fransa’nın en önemli müzelerinden olan Unterlinden, resimden heykele, arkeolojik objelerden kırsal yaşamdan örneklere zengin bir koleksiyona sahip. Matthias Grünewald’ın ünlü Isenheim Altarpiece’i de bu müzede. Biz çok beğendik.  


Musée Bartholdi (Bartholdi Müzesi): Amerika’daki Özgürlük Anıtı’nın heykeltraşı Bartholdi’nin eserlerinin yanısıra, ailesine ait mobilyaları ve kişisel eşyalarını görmek ve müze broşüründe söylendiği gibi ustanın özgürlük tutkusunun izini sürmek isteyenlere. Bahçesindeki heykel benim favorim.  
Museum d'Histoire Naturelle et d'Ethnographie (Doğal Tarih ve Etnografya Müzesi): Adı kendini anlatıyor. Biz ona sıra getiremedik ne yazık ki. 


Colmar’da görmeye değer güzellikte pekçok ev var. Bizim görebildiklerimiz şöyleydi:

La Maison des Têtes (Kafalar Evi): Tuhaf bir adı var, kabul ediyorum. 1608’de inşa edilmiş. Bu tuhaf adı, üzerindeki kafa heykellerinden alıyor. Tepesindeki heykel Bartholdi’nin eseri.
 
La Maison Pfister: Colmar’ın en güzel evi diyorlar. En güzeli mi bilmem ama oyuncak gibi, alıp saklayıp eve götürülebilirmiş gibi.

L’Ancien Corps de Garde: Bu Rönesans güzelinin inşa yılı 1575.

Le Koifhus (L’ancianne Douane): 1480’den kalma bu bina, 16. yy’da Colmar’ın ticaret merkeziymiş.

La Fontaine Schwendi (Schwendi çeşmesi): Koifhus’un komşusu. Çeşmenin içindeki heykel Bartholdi’nin eseri.

Eglise des Dominicains (Dominican Kilisesi): Bu gotik kilise, Martin Schongauer'in başyapıtı “La Vierge au Buisson de Roses” ‘ın evsahibi.

Église Saint-Martin (Saint-Martin Kilisesi): En büyük özelliği sarı kumtaşından yapılmış olması.


Colmar haritasına bakınca kocaman bir park var ya, işte o parkın içindeki General Rapp Heykeli’ni de görün diyorlar. Laf aramızda, bence görmeseniz de olur.

Colmar’ın kuzeyindeki yavru Özgürlük Anıtı bende bir duygu yaratmadı, bir de siz bakın.

Petite Venice, Colmar’ın en ünlü turistik mekanı olsa gerek. Adını Venedik’teki kanallara benzerliğinden alıyormuş. Ne yalan söyleyeyim ben benzetemedim ama ne önemi var. Colmar, sokaklarında zamanı unutacağınız bir masal kent. Cuma ve cumartesi geceleri kanallar aydınlatılıyor. Gezimiz, bu tatlı Fransız’ın aydınlık gecelerinden birine denk geldi. İnsana yok artık dedirtiyor gerçekten. Burası öyle minicik, öyle abartısız ve öyle güzel ki.

Colmar için birkaç ipucu:
    
• Unterlinden Müzesi’nin hemen karşısında turizm ofisi var.

Colmar’da herhangi bir toplu taşıma aracına ihtiyaç duymazsınız. Tren garıyla şehir merkezinin arası yaklaşık 1.5 km. Biz sırtçantalarıyla çok rahat yürüdük. Taksi tutmak ya da bisiklet kiralamak da mümkün. 

Hediyelikler bildik şeyler. Gurme lezzetlerin peşinden koşmak için fazlasıyla uygun bir kent.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder