Alsace Şarap Yolu

Route des Vins d'Alsace, yani Alsace Şarap Yolu yaklaşık 170 km. uzunluğunda bir rota. Bölgedeki ana şarap üreticileri, bu yol üzerinde yayılmış irili ufaklı 67 yerleşim yerine konuşlanmış durumdalar. Biz bir günü, Alsace şarap yolunun 3 güzel köyüne ayırdık. Ribeauville, Hunawihr ve Riquewihr. 
 


İddia ediyorum, her türlü sızı, attığınız her adımda Alsace Şarap Yolu köylerinin taş sokaklarına dökülecek, oradan bağa bahçeye karışacak ve bir üzüm tanesinden bardağınıza sızacak, içip herşeyi unutacaksınız. Buralara bayılacaksınız.

Dağların eteklerine yayılmış üzüm bağlarının kıyısına kıvrılıvermiş onlarca köyden biri Ribeauville.    Taş sokaklar, güzelim çeşmeler, Tim Burton filmlerine mekan olur tatlılıkta çarpık evler. Bu güzelim köyün sokaklarında gezerken başınızı azıcık kaldırırsanız karşı tepede üç tane kale göreceksiniz. Saint Ulrich, Girsberg ve Haut-Ribeaupierre.  Saint Ulrich bu üçlünün en eski ve en önemli kalesi, Haut-Ribeaupierre ise en yüksekte olan. Bu üç kızkardeşe köyden yürüyerek, ya da tırmanarak diyelim, ulaşmak mümkün. Bir tepeden bir güzele bakmak isterseniz diye söylüyorum.  
Üç Kızkardeşler

Tour des Bouchers (Kasap Kulesi): 13. yüzyıldan kalma bu taş kulenin kemerinden geçince ana caddeyle, Rönesans çeşmesiyle kucaklaşıyorsunuz.

La Maison de l'Ave Maria (Maison des Ménétriers): Süslü cephesi 1683’den kalmaymış.

Hôtel de Ville: Nam-ı diğer belediye binası. Ribeaupierre ailesinin bağışladığı ünlü bir gümüş ve gümüş kaplama kadeh koleksiyonu var. 

Cave de Ribeauvillé: Fransa’nın en eski şarap imalathanesi.

Pfifferdaj ya da Fête des Ménétriers bölgenin en ünlü festivali.  1300’lü yıllarda bölgedeki kaval çalgıcıları, onlardan yardımını ve nezaketini esirgemeyen Ribeauville asilzadelerine sevgilerini göstermek için yılda bir gün köye toplanırlarmış. Bu gelenek her yıl 8 eylülde tekrarlanıyor. Bir sonbahar günü yolunuz buralara düşerse, Alsace’ın en ünlü festivalini görebilirsiniz. Denk düşüren olursa detayları bekliyorum.

Yeme içme konusunda da birkaç not düşmüş olayım; Ribeauville, şu ünlü Alsace keki Kougelhopf’un anavatanı. Ana caddedeki Vilmain pastanesinde tadabilirsiniz mesela. Yok ben Vilmain pastanesinde binbir tatlı arasında kaybolurum derseniz ona da karışmam. Ben şarap sevmem diyenler için söyleyeyim, Carola maden suyu fabrikası da bu köyde.

Hunawihr

Ribeauville’den çıkıp kendimizi yollara vurduk. Üzüm bağları arasından 2 km. kadar yürüdük, yol bizi Hunawihr’e getirdi. Alsace’ın en minicik köylerinden Hunawihr. Fransa’nın en güzel köyleri arasında adı geçiyor. Yarı ahşap evler, taş evler, dantelli perdeler. Çok sade, çok sıcak bir köy burası. Diğerleri kadar turistik de değil. Ayırmak gibi olmasın ama biz en çok burayı sevdik. Köye küçük bir tepeden bakan St Jacques le Majeur Kilisesi, sevimli sözcüğünün açıklaması olarak kendine her sözlükte yer bulabilir. Hunawihr sokaklarını karış karış yürüyün, kilisenin orada durup arkanızda kalan Hunawihr’e bir daha bakın, üzüm bağlarını geçip ormana dalın. Biz öyle yaptık. 3 km. sonrası Riquewihr.

Jardins Des Papillons: Burası egzotik kelebeklerle dolu bir kapalı sera-bahçe. Kocaman bir çadır hayal edin, içerisinin çok ama çok sıcak olduğunu, keskin çiçek kokusunun ciğerlerinizi yaktığını ve çiçeklerin arasında yüzlerce kelebek dolandığını hayal edin. Anlatması zor. Alsace lokumu diyelim.
Küçük bir hediyelik eşya dükkanı var. Tahmin edersiniz ki hediyeliklerin ana teması kelebek. 
  
Parc des Cigognes: Kelebek bahçesinin kapı komşusu. Leyleklerin, hamsterların ve su güzellerinin mekanı. Biz yan bahçeden bakmakla yetindik, leyleği hava gördük ama içerisini gezmedik.



Le Château du Haut-Koenigsbourg, Montage Des Singes ve Volerie Des Aigles; biz Selestat yakınlarındaki bu üç mekan için de bir gün ayırdık. Buralar nereler derseniz: 

 
Le Château du Haut-Koenigsbourg (Haut-Koenigsbourg Şatosu): Rhine ovasına 750 metre yukarıdan bakan bu mağrur güzel, Fransa’nın en çok ziyaret edilen üçüncü mekanıymış. Sevimli Alsace köylerinin içinden geçip gittikçe sıklaşan ağaçların arasından uzaktan size göz kırpan bu şato, 12.yyda Hohenstaufen ailesi tarafından inşa edilmiş. Meraklısı internetten dilediği bilgiyi bulabilir, ben okuduklarımın çoğunu unuttum. Aklımda sadece oradayken hissettiklerim kaldı. Evet, burası benim hayatımda gördüğüm ilk şato, belki de bu yüzden bana bu kadar gerçekdışı, görkemli ve şahane gelmiştir, bilemiyorum. Ama öyle güzeldi ki.
Otobüs durağının hemen yanında minik bir kafe var. Oradan birer kahve aldık, kendimize açıkhavada bir masa bulduk ve aşağılarda kalan Alsace köylerini seyrettik. Şanslıysanız ve hava yeterince açıksa komşunun Kara Ormanlarını bile görebilirmişsiniz. Biz hafif yağmurlu ve soğuk bir güne denk geldik ama ormanların arasından görünen köy manzarası bizi mest etmeye yetti.

Yemekten yorulmuş bir güzel
Montage Des Singes: Şatodan ayrıldık ve ikinci durağımız olan Montage Des Singes’te otobüsten indik. Burası dünyalar sevimlisi ve insan sever makak maymunlarının mekanı bir doğal park alanı ve araştırma merkezi. Girişte maymunlara asla dokunmamamız konusundaki uyarıları dinledikten sonra bize maymunları beslememiz için verdikleri bir avuç patlamış mısırımızı alıp parka girdik. Mısırları avcunuzun ortasına koyup maymunlara öyle uzatmanızı rica ediyorlar çünkü aksi halde hayvancağız mısırı almaya çalışırken size zarar verebilirmiş. Ben önceleri biraz korktuğumu itiraf etmeliyim ama bu şirinleri beslemek çok eğlenceli.    
Volerie Des Aigles: Maymunları parklarında bırakıp Kintzheim Şatosu’na Volerie Des Aigles’a doğru yola koyulduk. Otobüs bizi şatonun oldukça aşağısında bıraktı. Kafamızı kaldırınca ağaçların arasında şatonun burçlarını gördük. Ormanın içine daldık, yürüdükçe şato daha görünür oldu. Azıcık yorulduk ama değdi. İnişi de pek keyifli. Yine aşağılarda evlerin güzel çatıları ve köy kilisesi ve ağaçlar ve yine göz alabildiğine üzüm bağları. Kintzheim Şatosu Haut-Koenigsbourg kadar görkemli ve kusursuzca restore edilmiş bir yer değil. Şatonun-daha doğrusu şatodan arta kalanların- bahçesinde minik bir yırtıcı kuşlar sergisi var. Ayaklarından zincirli bu vahşi güzellerin sergilenmesi doğrusu biraz iç burkan bir durum. Bunlar eğitimli kuşlar ve günün belli saatlerinde eğitmenleriyle gerçekleştirdikleri gösteri izlenmeye değer. Ben hayatımda böyle bir şey görmedim. Alçaklardan uçan kartallar, yere oturup uzattığımız bacaklarımızın üzerinden yürütülen akbaba, gagasıyla yerdeki taşı tutup önündeki yumurtayı kırarak içindekini yiyen şahin kardeş, havada taklalar atan bir başkası ve diğer haşin bakışlı kuşları izlemek çok ilginçti.



Biz Selestat kasabasını bu üçlüyü gezdikten sonraya sakladık. Selestat, Bas Rhin ilinin 5 yerleşim bölgesinden biri. Bu ufacık kasabada gezilecek pekçok yer var.

Chateau d’eau de Sélestat: Kasabanın karakteristik sembolü, 1900’lerden kalma, art nouveau bir eseri çağırıştıran bu heybetli su kulesi, garın kapısından çıktığınız anda sizi karşıdan selamlayacak.

Bibliotheque Humaniste (Hümanist Kütüphane): Strasbourg'daki Notre Dame Katedrali  ve Colmar’daki Isenheim Altarpiece’le birlikte bu kütüphane, Alsace Bölgesi’nin en değerli kültürel hazineleri arasında kabul ediliyor.




Eglise Saint-Georges (Aziz Georges Kilisesi): Gotik mimarinin ürünü. İnşaası 13-15.yy arası sürmüş. Bu nedenle gotik stilin tüm gelişim sürecini bu kilisede resmedilenlerden izlemek mümkünmüş.

Eglise Saint-Foy de Sélestat (Aziz Foy Kilisesi): Alsace Bölgesi’nin en güzel Romanesk eserlerinden biri.
Eglise Saint-Georges, Eglise Saint-Foy ve Bibliotheque Humaniste; bu üç güzel, kasabanın tam kalbinde, birbirlerine taş atımı mesafede, tüm asaletleriyle dimdik ayakta.

La Maison du Pain d’Alsace: Kendileri ekmek yapım müzesi olurlar. Biz gezemedik, içimde kaldı.

Bu güzel kasabayı yürüyerek rahatlıkla gezebilirsiniz. Su kulesine bizden selam söyleyin.

Üç Silahşörler ve Selestat için birkaç ipucu:

Selestat’a vardıktan sonrası kolay. Meraklısını buralara ulaştıracak servis otobüsü, Selestat tren garının hemen dışından kalkıyor. Garın dışına çıkınca sola döndüğünüzde üzerinde “Navette-Shuttle” yazan bir durak göreceksiniz. Bu servis otobüsü saniye şaşmadan geliyor. Günboyu kullanabileceğiniz bilet 4 Euro. Ayrıca otobüs biletinizi gösterirseniz, şatoların ve maymun parkının giriş ücretlerinde küçük bir indirim yapıyorlar. Gezinizi kartal gösteri saatlerine ve maymun parkının açık olduğu saatlere göre ayarlamak isterseniz servis saatlerini kontrol edin. Bu servis otobüsünün bizim gittiğimiz mekanlar dışında bir durağı daha var; Cigoland. Burası çocuklar için bir eğlence parkı. İnternet sitesinden anlaşılan o ki burada ayrıca bir otel, bir de restaurant var.
Oralarda ne yer ne içeriz diyenler için söylemeliyim ki çok fazla seçenek yok. Maymun parkının girişinde basit sandviçler, salatalar ve içecek satan ufak bir kafe var. Şatonun oradaki minik kafede de sandviç satılıyor. Bu kafeden ufak tefek hediyelikler almak da mümkün. Magnetler, kartpostallar, kitaplar, örtüler v.s. Kintzheim köyüne yolu öğle saatlerinde düşenler için Auberge St. Martin adlı restaurant bölgenin en iyi tarte flambesini yapıyormuş. Ben de sanal alemin yalancısıyım. Bu arada Kintzheim köyü-Kintzheim Şatosu arası yürünebilir bir mesafe. Öğle yemeğini bu şirin köyde yiyip etrafı gezerim, sonra şatoya tırmanır kartallara bakarım diyenler için biline. Selestat’ta yiyecek seçeneği elbette ki daha fazla. Cigoland'daki yeri de unutmayın.
Kintzheim Köyü


Hiç yorum yok:

Yorum Gönder